DAYAK TOPLUMU
Toplumlarin gelismislik düzeyini ölçmenin bin türlü yolu vardir: Gayri safi yurtiçi üretim, kisi basina düsen gelir, her bin kisiye düsen otomobil veya doktor sayisi, tüketilen enerji, okunan kitap veya gazete oranlari, her yil gerçeklestirilen buluslarin ve bilimsel yayinlarin sayisi…
Mesrebinize ve önyarginiza bagli olarak bu ölçütlerden birisini alabilirsiniz. Ve siyasetçi veya bilim adami olarak hedefler önerebilirsiniz: “Gelecek on yilda ülkemizi araba üretiminde dünyanin ilk on ülkesi arasina sokacagiz!” “Kisi basina düsen gelir düzeyini ikiye katlayacagiz!” Alkislar ve begeni sesleri.
Ama bu iste bir eksiklik, bir sakatlik, bir yanlislik yok mudur dersiniz? Bu ölçütler mutlaka gerekli, ama yeterli degil. Toplumsal gelismislik düzeyimizi ölçmenin baska yollari da olmali. Örnegin, ‘Toplam Toplumsal Siddet Ölçegi’ gelistirilemez mi? Bir toplumda islenen cinayetler ve siddete dayali diger suçlar, her yil intihar eden insanlar, aile içi siddetin (özellikle kadinlara ve çocuklara saldirinin) çesitli göstergeleri, iskencenin yayginligi, siddet egilimli filmlerin izlenme orani, okullarda dayak atma egilimi, siddet kullanma egilimini saptayan anketler, yayin organlarinda siddete verilen yer, çocuk filmlerinde ve kitaplarinda siddet ögesinin yeri…
Su anda aklima gelmeyen baska degiskenlerin de yer aldigi bir ‘siddet endeksi’ gelistirilebilir. Ve bu endeks uluslararasi arenada karsilastirma amaciyla kullanilabilecegi gibi, ayni toplumun zaman içinde ‘toplam siddet derecesinde’ yer alan degisimleri izlemek için de kullanilabilir.
Her toplumda ‘toplam siddet’ derecesi diyebilecegimiz bir genel siddet düzeyi bulunuyor. Bu siddet, kendisini farkli biçimlerde ve kiliklarda gösterse (bazisi karsimizdaki insanlara sözel veya fiziksel saldiri biçiminde, bazisi kendimize yönelik olarak, bazisi simgesel bosalim için futbolu veya korku filmlerini kullanarak) ve tam olarak ölçülemese de, çagdas bilimlerin ve arastirma yöntemlerinin gelistirdigi araçlarla, belirli bir oranda tanimlanip ölçülebilir saniyorum.
‘Toplam Toplumsal Siddet Derecesi’, aslinda gerçek anlamda uygarligin da ölçütü olacaktir. Uygarligi, salt ‘maddi gelisme’ göstergelerine baglamak kadar yanlis ve yaniltici bir sey olamaz. Insani, sevgiyi ve barisçil yasam biçimini öne çikarmayan ‘teknik uygarlik’ anlayisi, bir ayagi aksayan bir ilerlemedir. Insanlara ezme ezilme iliskisinden baska bir sey getirmez. Hatta, siddete dayali iliskilerin mesrulasmasina neden bile olabilir.
(Sakin Erbakan’in ‘manevi kalkinma’ edebiyatini yineledigimi düsünmeyin. Erbakan’in ‘manevi kalkinmasi’ daha fazla cami, daha fazla imam-hatip okulu, daha fazla haci, daha fazla molla, daha fazla oy çerçevesinde özetlenebilecek bir anlayisti. ‘Siddet’ olgusunu dislamadigi gibi, yer yer yüceltiyordu da.) Maddi gelisme, uygarlik için bir araçtir. Insani merkeze alan bir amaci gözetmedikten sonra, salt araçlari daha fazla gelistirmek için çirpinip durmanin ne önemi olabilir ki? Bu kadar lafi durup dururken neden ettigime gelince, Doç. Çigdem Arikan bir arastirma yapmis. 15 – 24 yas grubundaki gençler üzerinde yapilan bu arastirmada, deneklerin yüzde 62.9’u kocalarin karilarini, yüzde 45.4’ü babalarin çocuklarini dövdügünü söylüyor. Gerçekte bu oranlarin çok daha yüksek oldugunu biliyoruz.
Toplumun yarisi diger yarisini dayaktan kirip geçiriyorsa, daha fazla fabrika, bilgisayar ve otomobil sahibi olmanin bir anlami kalir mi?
ataerkil toplumlarda hep kadınlar eziliyor. erkekler büyüklerinden ne görmüşlerse kendileri deonu yapıyor. “kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin”diyerek te süreci ortaya koyuyor…