TONY’nin ÖYKÜSÜ

TONY’nin ÖYKÜSÜ

 

                   Tony Aliverty kördü. Fakat o, yanında yardımcı kimse olmadan, hatta bastona bile gereksinmeden, mahşer gibi kalabalığın sokakları doldurduğu New York kentinde hergün tek başına işine gidip gelirdi. Yolda yürümesi onun için çok ama çok kolaydı. Metroya binmesi gerekirse, kat kat yerin altına iner , gideceği yere gider ve yine rahatlıkla dışarı çıkardı. Ne zaman duracağını, nereye gideceğini, ne yapmak istediğini çok iyi biliyordu. 

                   Tony, tekerlekli pateni mükemmel kullanır, bisiklete biner, çok güzel piyano çalardı. Onunla tanıştığımda bir büyük hastanede, gözlerini kaybeden yaşlılara yol gösterici, bilgilendirici olarak görev yapmaktaydı.

                   Kendisini hastanedeki odasında ziyaret etmiştim. Çok zevkli olduğunu hemen belli eden güzel bir takım elbise ve kravat vardı üzerinde. Konuşması çok etkileyiciydi. Konuşurken yüzüme o kadar güzel ve doğal bakıyordu ki, bilmeyen biri onun kör olduğunu kesinlikle anlayamazdı. Kendisini çok iyi yetiştirdiği belliydi. Brail’i eldivenle bile okuyacak denli hassas parmakları vardı. Daktilo klavyesini kusursuz ve hızlı kullanıyordu.

                   İşin en ilginç tarafı, yaptıklarının birini dahi önemsemek şöyle dursun, gayet sıradan birşeyden bahseder gibi “Her kör en az benim yaptıklarım kadarını yapabilir, eğer gerçekten yapmayı arzularsa”  diyordu.

                   Tony çok küçükken gözlerini bir hastalık sonucu kaybetmişti. Babası o tarihten itibaren oğlu ile bizzat ilgilenerek, etrafındaki eşyaları ona tanıtmakta büyük çaba sarfetmiş ve daima şu telkini yapmıştı: “Ellerini öne doğru uzatarak yürüme…. Herşeyin yerini çok iyi sapta… Başını dik tut…. Eğilmeden yürü….”  Bu sözlerin defalarca yinelenmesi sonucu küçük Tony, kısa, korkak, ikircikli adımlar yerine, doğal, düzgün ve sağlam adımlarla yürümesini öğrendi.

                   Babası ona ayrıca marangoz aletlerini kullanmasını, odun kırmasını, bahçede çiçek yetiştirip ağaçların budanmasını  da öğretmişti.

                   Tony dokuz yaşına bastığında New York’daki körler enstitüsüne gönderildi. Okuldaki ilk hafta harikulade güzel geçti. Arkadaşları ona çevreyi gezdirip tanıttılar, birçok şey öğrettiler, hemen her isteği yerine getirildi. Ona, bir prensmiş gibi davrandılar. Gelgelelim ikinci hafta herşey değişti. Çevresindekiler birdenbire çok insafsız olmuşlardı. Daha bahçeye adımını attığı an arkadaşları üzerine koşmuş, kimi itip düşürmüş, kimi çelme takmış, kimi yerden kaldıracağı yerde, üzerinden atlayıp geçmişti. Sanki bir hafta önceki şefkat, hayaldi.

                   Aslında arkadaşlarının bu davranışları okul müdürünün kontrolu altındaydı. Müdür, bu tür terbiyenin, büyük küçük tüm körler için gerekli olduğu görüşündeydi. Onların mutlu ve başarılı bir yaşama ancak bu yolla ulaşbileceklerine inanıyordu. Çok ileri gitmemek koşulu ile, körler zorlukları önce kendi aralarında çözümlemeliydiler.

                   Tony’nin okuldaki ilk haftalarına ait en canlı anısı, çocukların büyük oyun sahasında koşarken ellerini çırpmalarıydı. Dikkat etmişti, bu el çırpmalarının yankısı, onlara çevredeki tüm varlıkların, örneğin ağaçların, duvarların, taşların ya da başka engellerin var olduğunu bildiriyordu. Tony de zamanla el çırparak konumunu saptamada büyük yetenek kazandı.

                   Tony okulu birincilikle bitirdi. Koleje gittiğinde, gören insanlarla rekabet ona son derece basit ve kolay geldi. Esas halledilmesi gereken sorun çok başkaydı. Örneğin pansiyon sahipleri kör birine oda kiralamaktan kaçınıyorlardı. İşverenler de kör biri yerine, görene iş vermeyi yeğliyorlardı. Bir gece kulübünde piyano çalma işini buluncaya dek çok zaman aç yattı. Ev kiralama konusunu  da gören bir arkadaşının yardımı ile ancak halledebildi.

                   Kolejde, ona gönüllü olarak kitap okuyan bir kızla arkadaşlığı bir süre sonra aşka dönüştü ve okul bitmeden evlendiler. Tony çok mutluydu, karısını çok seviyordu ve onun da kendisini sevdiğinden emindi.

                   Anlattığımız öykünün 1950’lerde geçtiğini düşünecek olursak, radyo o yılların en popüler dinleme aracıydı. Koleji bitirdikten sonra girdiği işte Tony’nin görevi radyo kondansatörlerini ayarlamaktı. Bir saat içinde 28 kondansatör ayarlaması gerekiyordu. Fakat görme engelli olduğu için, diğer işçilere göre daha düşük verimlilikle çalışıyordu. Tony bu sorunu nasıl halledeceğini düşündü ve sonunda bir alet geliştirdi. Bu alet, istenilen ayarın gerçekleştiğini ses vererek bildiriyordu. Tony bu aletin yardımıyla, bir saatte yapması gereken kondansatör ayarını 100’e çıkardı. Ve yalnızca bunu kendisi için kullanmadı. Fabrikada çalışan bir diğer kör arkadaşına da aynından yaptı. Her ikisinin başarısına fabrika sahipleri inanamadılar. “Kimse bu kadar zamanda bu kadar iş yapamaz” diyorlardı. Başarıyı gözleriyle de görünce tüm fabrika çalışanlarına bu aletten dağıtıldı. Tony de elbette bu başarısının karşılığını zarif bir zarfa konmuş kabarık bir çek  ile gördü.

                   Yaşlanıp da emekli olunca köşesinde oturacak biri değildi Tony… Önce de belirtildiği gibi, bir hastanede, yaşlılık nedeniyle gözlerini kaybetmiş kimselere yol gösteriyor, bilgilendiriyor, deneyimlerini aktararak onlara yardımcı oluyordu.

                   Konuşmamızın sonuna doğru Tony bana şunları söyledi: ” Gözlerini kaybetmiş çok hareketli biri için çarpmak, sendelemek hatta yaralanmak hiç önemli değil. Asıl önemli olan başkalarının söylediklerinden rahatsız olmaktır, sıkılmak, çekinmektir. Örneğin geçen gün arkamda yürüyen iki kişinin şöyle konuştuklarını duydum: “Canım neden bunlar bastonsuz çıkıyor sokağa?…”    İşte bu beni nasıl rahatsız ediyor bilseniz! İnanın tokat yemiş gibi oluyorum.

                   Tony cebinde katlanabilir bir baston taşırdı. Gerektiğinde ya da yabancı olduğu bir yerden geçerken kullanırdı onu.

                   Hemen çoğumuz, gereksinimi olup olmadığını düşünmeden önümüze çıkan bir köre yardım etmek isteriz. Halbuki bu bazan kötü sonuçlar doğurur. Örneğin bir keresinde Tony, koluna giren birinin beceriksizliği nedeniyle kocaman bir ağaca çarpmış ve yüzünden yaralanmış.

                   Tony, kör bir insanın normal bir yaşam sürebilmesi için, görenlerden daha fazla gayret sarfetmek zorunda olduğunun bilincindeydi.  Ama son söz olarak da şunu eklemişti: “Görenler de biraz çaba sarfederek bizlere yardımcı olsalar daha iyi olmaz mı?

4 Yorum
  1. 17 Eylül 2008
  2. 07 Aralık 2008
  3. 07 Aralık 2008
  4. 20 Aralık 2011

Yorumunuzu Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir