ÇOCUK GELİŞİMİNİN BİLİMSEL İNCELENMESİ
Filozoflar yüzyıllardır zihnin, heyecanların ve davranışın
gizlerini çözmeye çalışmaktadırlar. Onsekizinci ve ondokuzuncu
yüzyıllarda genellikle tıp, eğitim, felsefe ya da biyoloji alanında
eğitim görmüş bireyler insan davranışının incelenmesine ilgi
duymuşlardır.
Bu insanlar araştırmaya, kuram kurmaya ve öğretmeye
gitgide daha fazla girdikçe psikoloji ayrı bir inceleme
alanı olarak ortaya çıktı. Derece derece psikolojinin iki dalı gelişti:
Deneysel psikoloji ve psikanalitik psikoloji. DENEYSEL VE PSİKANALİTİK PSİKOLOJİ
Deneysel psikologlar insan davranışının incelenmesinde
bilimsel yaklaşımı savundular. Onlar iyi kontrol edilmiş araştırmalar
yürüttüler, elde ettikleri verileri dikkatlice çözümlediler
ve çıkarsamalar yaptılar. Dar bir alana odaklanmış sorunları
araştırmakla yetindiler ve o konuda çok araştırma yapılıncaya
kadar insan davranışının bütününü anlamayı beklemediler.
İnsan davranışının birçok değişik yönlerini araştıran ve değişik
araştırma yöntemleri geliştiren farklı bir grup oluşturdular.
İnsan davranışının en tanınmış öğrencilerinden biri psikanalitik
psikoloji’nin kurucusu olan Sigmund Freud’tur. 1800’lerin
sonlarında tıp eğitimi gören Freud, fiziksel olmaktan çok zihinsel
olarak hasta görünen bireylerin sağaltımına ilgi gösterdi ve bireyin
çocukluk yaşantılarının yetişkin kişiliğini ve davranışını güçlü
biçimde etkilediğine inandı. Sonuç olarak Freud hastalarına
çocukluklarını anlattırdı ve bilgileri vaka tarihçeleri biçiminde
kaydetti. Freud bunlardan ve diğer verilerden insan davranışını ve
gelişimini açıklayan ayrıntılı ve kapsayıcı bir kuram kurdu. Gene
de onun psikanalitik teknikleri duygu ve davranış anormallikleri
gösteren bireylerin tanısında ve sağaltımında terapistlere yardımcı
olacak biçimde tasarlanmıştı. Çok sonra psikanalizciler
Freud’un yöntemlerini ve kuramını reddettiler, yeniden gözden
geçirdiler ya da bunlara eklemeler yaptılar. İçinde Anna Freud’un
ve Erik Erikson’un da bulunduğu bu gruba genellikle Yeni Freudçular
denilir.
Deneysel psikologlar Freud’un yöntemlerini, yeterince bilimsel
olmadığı ve kuramının eldeki verilerin çok ötesine gittiği
biçiminde eleştirdiler. Yine de Freud’un çalışması son derece etkili
oldu ve birçok araştırmacıyı ve öğrenciyi çeken bir psikoloji
dalını başlattı. Psikanalitik psikoloji tıp alanıyla yakın bağlarını
korudu ve bugün bile psikiyatristler temelde tıp doktoru
olarak yetişmektedirler.
Böylece deneysel ve psikanalitik psikoloji çeşitli nedenlerle
birbirlerinden görece ayrı kalmayı sürdürdü. İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra önem kazanan klinik psikoloji bunların birbiriyle
çakıştığı bir alan oldu. Klinik psikoloji psikanalitik psikoloji gibi
psikolojik sorunları olan bireylerin tedavisiyle ilgilenir. Kişilik
özellikleri ve uyum belli başlı odak noktasıdır. Çoğu deneysel
psikologlar “zihin”, “güdü”, “kişilik” gibi belirsiz konuları
araştırmayı bilimsellikten uzak bulurken, bazıları da kişiliğin
uyumu ve uyumsuzluğu ile ilgilendiler. Sonuçta, deneysel temelden
gelseler de psikanalitik kuramı ve vakaları incelediler. Böylece
klinik psikoloji psikolojinin büyük bir alanı olarak ortaya
çıktı ve klinik psikologlar kendi kuramlarını, yöntemlerini ve
araştırmalarını oluşturmaya başladılar.
GELİŞİMSEL BAKIŞ AÇISININ ORTAYA ÇIKIŞI
Çocuklukla özel olarak ilgilenen bazı deneysel psikologlar
başlangıçta bir gelişimsel bakış açısı’na sahip değillerdi ya da
çocukluk sırasında ortaya çıkan sırasal, açımsal zeka, kişilik,
davranışsal değişimler ve bu değişimleri etkileyen etkenler gibi
konularla ilgilenmediler. Bunun yerine, çocukların kısa dönemlerdeki
davranış ve yeteneklerinin özel yönlerini araştırdılar.
Örneğin, zeka ile ilgilenen bir deneysel çocuk psikoloğu bir çocuk
örneklem grubuna küçük bir öğrenme ve bellek görevi vererek
çocukların bu görevi nasıl yerine getirdiklerini gözlemleyebilir.
Zekayı ölçmekle ilgilenen bir deneysel çocuk psikoloğu çocukların
düşük, orta, yüksek zekada olup olmadıklarını belirleyen bir
zeka testi yaratabilir. Öte yandan, gelişimsel bakış açısına sahip
çocuk psikologları çocukların büyüdükçe zeka işleyişinin nasıl
değiştiğini ve bu değişimleri etkileyen etkenleri incelemekle
daha fazla ilgilenebilirler. Bir çocuk bir sorunu çözerken altı ay
öncekinden farklı bir yol mu izliyor? Niçin? Ne oldu? Böylece,
“gelişimsel” bakış, uzun bir dönemdeki değişimi içerir ve geçmiş
yaşantıların bireyin şimdiki ve gelecekteki tepkilerine ve yeteneklerine
etkisini vurgular.
Deneysel psikologlar temelde bu tür bir bakış açısından yoksun
olduklarından, çocuk araştırması çocukların denek olduğu tekrarlanan
araştırmalardan ibarettir büyük ölçüde. Hemen hemen
bütün veriler kesitsel araştırmalar’dan, yani farklı yaş gruplarının
her birinden alınmış çocuklardan oluşan bir örneklemi bazı
özellikler açısından test eden araştırmalardan elde edilir. Araştırmacılar
bu sonuçlardan, farklı yaşlardan ortalama (tipik) bir
çocuk hakkında çıkarsamalar yaparlar. Sonuçlar, örneğin üç-beş
ve yedi yaşlarındaki çocukların nasıl yaptıkları ya da davrandıkları
konusundaki farklılıkları ve benzerlikleri, bu yaşlardaki
tipik davranışı ya da yeteneği oluşturanın ne olduğunu belirlemeyi
sağlar. Deneysel psikologlar boylamsal araştırmaları da
kullanırlar. Kesitsel araştırmaların tersine, bir boylamsal
araştırma aynı çocukları farklı yaşlarda test eder. Örneğin,
bir yaşında test edileni iki yaşında, üç yaşında yeniden test edebilir.
Boylamsal verileri kullanan araştırmacılar elde ettikleri
sonuçları diğer çocuklara genelleştirme derecesinde sınırlıdırlar;
ama bu tür araştırmalar bireylerin gelişimi konusunda bize daha
gerçekçi tablolar sunarlar. Ancak boylamsal araştırmalar uzun
yıllar alabilir ve bu nedenle çok pahalıya mal olurlar. Boylamsal
araştırmada başka sorunlar da vardır: Özgün sorular ya da
varsayımlar eskiyebilir, denekler başka yere taşınabilir, aynı
testleri ala ala teste aşina olurlar, deneyi yapanlar değişebilir.
Bebek yaşamöyküleri boylamsal veri elde etme alanındaki
ilk girişimleri temsil ederler. Bir bebek yaşamöyküsü, bir bebeğin
yaşamın birinci yılındaki davranışının, özelliklerinin ve
yeteneklerinin ayrıntılı gözlemlerinin kaydedilmesidir. Bebek
yaşamöyküleri ilk büyüme ve gelişim hakkında önemli bilgiler
sağlarlar.
Çocuk psikologları, kısmen kesitsel araştırmalarla elde edilen
farklı yaş gruplarındaki değişimlerin çözümlenmesi yoluyla,
kısmen de boylamsal araştırmalarda çocukların farklı yaşlardaki
bireysel değişimlerine ilişkin gözlemlerle gitgide gelişimsel
bir bakış açısı kazandılar. Psikanaliz temeline sahip olan araştırmacılar
da özellikle çocuklarla ilgilendiler ve gelişim psikolojisi
alanına katkıda bulundular; örneğin Anna Freud küçük
çocukları çözümleyecek yöntemler geliştirdi.
Gelişim psikolojisi psikolojinin diğer bütün alanlarından gelen
araştırma ve kuramların bütünleşmesini temsil eder; gerçekte,
bir çocuk psikolojisi uzmanı bütün bunların öğretimini yapabilir.
Tıp, biyoloji, sosyoloji, antropoloji, fizyoloji, genetik ve tarih de
çocukların nasıl geliştiğini anlamamıza çok özlü katkılarda bulunmuştur.
Şu halde, çocuk gelişimi gerçek bir çok-disiplinli alandır.
ÇOCUK GELİŞİMİNDE ARAŞTIRMANIN KULLANILMASI
Çocuk gelişiminde ilk araştırmalar gibi ilk dersler de önce
gelişimin kilometre taşlarının ve normlarının betimlenmesiyle
ya da normatif veriler’le ilgilenmiştir. Normatif veriler terimi
ortalamalara ilişkin bilgi anlamındadır. Örneğin araştırmacılar
beş yaşındakilerin geniş bir kesitsel bölümünde ağırlıkları ve
uzunlukları kaydeder, sonra ortalama uzunluğu ve ağırlığı hesap
ederler. Eğer bu çocukların Amerika’daki bütün beş yaşındakilerin
uygun bir örneklemini oluşturduğunu kabul ederlerse, ortalama
Amerikalı beş yaş çocuğunun ağırlığını ve uzunluğunu temsil
eden sonuçlarını yayınlayabilirler. Bu tür verilere dayanılarak
çeşitli yaşlardaki çocuklara ilişkin kalıplaşmış betimlemelere,
örneğin “korkunç ikiler” ve “gürültülü dokuzlar” gibi betimlemelere
ulaşıldı. Normlar bazen, “çocuk ilk sözcüğünü on dört aylıkken
söyler” gibi oldukça özel terimlerle dile getirilirler.
Normlar önemlidir, ama hiçbir çocuk tam olarak “normal”
değildir. Her çocuğun kendi gelişim hızı, gereksinmeleri, kişisel
özellikleri vardır ve çocuklar arasındaki farklar çok büyük olabilir.
Bir çocuk uygun bir biçimde gelişmesine karşın tanımlanmış
bir norma tam tamına uymayabilir. “Normal”in bir erim alanı’nı
(range) tanımlayan bir terim olarak algılanması daha doğrudur
(örneğin, “çocuklar genellikle ilk sözcüklerini dokuz ile onüçüncü
aylar arasında söylerler” gibi). Eğer “normal” dar anlamda
tanımlanacak olursa, çocuk gelişimi öğrencileri çocuklardan bu
normlara uymalarını bekleyebilirler. Norma uymayan bir çocukla
karşılaştıklarında yanlış yere kaygılanabilirler -özellikle
bu kendi çocukları ise- ya da çocuğu hemen anormal olarak
etiketleyebilir ve yardıma gereksinmesi olduğunu düşünebilirler.
Normal bir erim alanı (range) olarak görüldüğünde alandan
sapma kaçınılmaz bir sonuç olarak değil, olası bir gelişim sorununun
belirtisi olarak görülebilir. Kısacası, ortalama çocuk bir söylence
ya da ders kitabındaki bir resimdir. Aynı yaşta olan tanıdığın
birçok çocuğu düşün, herbirininin diğerlerinden ne kadar
farklı olduğuna dikkat et.
Normlarla ilgili bir başka soru da, farklı çocuk yetiştirme
uygulamaları, farklı çevreler ve farklı gen birikimleri nedeniyle,
bir kültürdeki “normal”in bir başka kültürde “normal” olmayabileceğidir.
Normlar özel bir zamandaki, özel bir kültürel ortamdaki
tipik çocuğu betimlerler. Farklı çevresel etkenlerle ne
olacağını ya da olabileceğini betimlemezler.
Daha da önemlisi, çocukların çeşitli yaşlarda neye benzediğine
ilişkin betimlemeler bize gelişimin nasıl ortaya çıktığını,
yani hangi etkenlerin hangi yollardan gelişimi etkilediğini söylemez.
Kısmen 1960’lardaki insan hakları hareketlerinin sonucu
olarak gelişimin mekanizmaları ve süreçleri araştırmaların önemli
bir odak noktası oldu; bu araştırmalar normatif verileri sorguluyor
ve dikkatle yeniden inceliyordu. Cinsiyet rolü gelişimine
ilişkin araştırmalar buna iyi bir örnektir. Kız ve oğlan çocuklara
ilişkin normatif veriler onlar arasındaki farkları çeşitli kişilik
özelikleri, davranışlar ve yetenekler açısından gösterdi. Bu veriler
ne anlama geliyor? Veriler başka kültürlerdeki kızlardan
ve oğlanlardan toplandığında çoğu zaman farklı cinsiyet rolü
özellikleri ve normları bulunmaktadır. Ayrıca, Birinci Dünya
Savaşı’ndan önce gözlemlenen bazı cinsiyet farklılıkları İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra artık anlamlı değildi. Bundan dolayı
araştırmacılar şunları sormaya başladılar: Bir insan cinsiyet rolünü
hangi süreçlerle kazanır? Hangi etkenler önemlidir ve bunlar
bir kızın dişil olmasında, bir oğlanın eril özellikler geliştirmesinde
nasıl etkileşmektedir? Etkenler ve süreçler bir kez anlaşıldığında
genellikle gelişimi kolaylaştırmak ya da sorunları
önlemek olanaklı olmaktadır.
İlk çocuk incelemeleri türleri içinde yer alan ve bebek yaşamöykülerini
yaratmakta kullanılan gözlem araştırmaları,
Birleşik Devletler’de test vermenin, ölçmenin ve daha deneysel
yöntemlerin ilerlemesiyle azaldı. Bununla birlikte, gözlemsel
yöntemlerin kullanışlılığı yeniden keşfedilmiş ve popülaritesi
1970’lerde artmıştır. Araştırmacılar bebeklerin ve çocukların deneysel
bir ortamda doğal olmayan biçimde tepki gösterebildiğini
ve deneysel koşullarda elde edilen verilerin yanıltıcı olabileceğini
keşfettikleri için, çocuklar hakkındaki verilerin onların
doğal çevreleri’nde elde edilmesi yaygınlık kazandı. Hem
gözlemsel hem deneysel araştırmalar bugün genellikle doğal ortamlarda
yürütülmektedir.
Çocuklarla ilgili geniş bilgi birikimi çocuk gelişimi derslerinde
gitgide tutarlı bir gelişim resmi çizmeye olanak vermektedir.
1930’lardaki çocuk araştırmaları patlaması İkinci Dünya
Savaşı yüzünden gerilediyse de, etkinlik savaştan sonra yeniden
başladı. Alan genişledikçe mesleki dergiler, yüksek lisans programları,
araştırma fonları ve çocuk gelişimine ilgi arttı. Çocuklar
hakkında daha fazla şey bilmek isteyen, böylece rollerini
daha iyi yapabilen sosyal çalışmacılar, öğretmenler, çocuk doktorları
ve anababalar sürekli olarak resmi araştırmalar talep ettiler.
Ayrıca, bu gelişme alanın çok-disiplinli doğasına katkıda
bulundu ve alanın çok-disiplinli kalmasını sağladı. Yale Üniversitesi’nde
önemli bir öğretim üyesi olan William Kessen şöyle
özetlemektedir:
… çocuk özde ve ebediyen kültürel bir yaratmadır ve çocuk
tanımının çeşitliliği eksik bir bilimin ortadan kaldırılabilir
hatası değildir. Yalnızca Amerikan çocukları siyasal manevraların
geniş kültürel güçleriyle, uygulamalı ekonomilerle ve
zımni ideolojik bağlanımlarla biçimlenmiş ve belirlenmiş
değildir, çocuk psikolojisi’nin kendisi de ancak donuk bir
biçimde anladığımız ve çoğu zaman bilmediğimiz yönlerde
geniş kültürün gelgit dalgalarıyla hareket eden kendine özgü
bir kültürel yaratmadır (Kessen, 1979, s. 815).
Son olarak, son yirmi yılda gelişim kavramımızda büyük bir
değişim oldu. Eskiden “gelişimi’in doğum ile on sekiz-yirmi bir
yaşlar arasında ortaya çıktığı düşünülüyordu. Şimdi gelişimciler
yetişkinlikte ve yaşlılıkta süren değişimlerle daha fazla ilgilenmeye
başladılar ve insan gelişimi konusunda bir yaşamboyu
gelişim görüşü ortaya çıktı. Şimdi gelişim yaşamboyu süren bir
süreç olarak görülmektedir.
Site yazılarınız oldukça iyi. her kesime sesleniyor.